Sünnet-i Seniyyeye ittibâı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir. | Bediüzzaman Said NURSİ

Meclis ve Sohbet Adabı


İlim meclislerinde Sohbet, kulun Allah Teâlâ'ya olan muhabbetinin tezahür şeklidir.
Zîrâ farzını, vacibini, sünnetini yerine getirmekle kalmayıp, O'nun bahsinden, onun güzelliğinden ve onunla beraber olmak ümidi ile sohbete müracaat eder ki, böylesi ibâdetler kulu Allah'a yaklaştıran nafile ibâdetler meyânındadır.

Peygamber efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular: “Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse, melekler onların etrafını kuşatır. Allah’ın rahmeti onları kaplar, üzerlerine sekinet iner ve Allahu Teâlâ onları yanında bulunanlar arasında zikreder.”
Asrımızın Kur’an Tefsirleri olan Risale-i Nurların okunduğu meclislere, medreselere devam etmek, bunun yanı sıra içtima-i hayatın akışı içinde farklı zaman ve farklı mekânlar da yapılan dünyevi sohbetlerde, Risale-i Nurdan bir parça dahi olsa okuyarak o sohbeti Nurlandırmanın ehemmiyetli önemi haizdir.
İlim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi, her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır. Risale-i Nurlar ekseriyet itibarıyla inşaallah o cümledendir. Çünkü o dersler, ulûm-u imaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bâhusus, siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz.

Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakkın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimâından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz çoktur.

Hem mütefekkirâne o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî ziyneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş: Yani, semâvât zemine gıpta eder ki, zeminde hâlisen lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar, kendi Sâni-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı san'atını birbirine göstererek Sânilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.

Her bir adam eğer hanesinde dört-beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük Medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zât birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir medrese-i Nuriye ittihaz etsin.

Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş-on dakika dahi olsa Risale-i Nur'u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir mikdar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevablarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risalesi'nde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir diye kalbe ihtar edildi.

Nur şakirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük dershane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz.

Hem iman hakikatlarının izahı olduğu için, hem ilim, hem mârifet, hem ibadettir. Şayet biri biliyor, taallüm etmeye muhtaç değilse, ibadete muhtaç veya mârifete müştak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir derstir.

Eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşaallah Nur Medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor. Bediüzzaman
İlim meclislerinde dağınık oturmamak gerekir.
Hz. Ebû Hureyre (r.a.) naklediyor: "Bir muallimin önüne veya ilim meclislerinde oturduğunuzda, onlara yaklaşın ve birbirinize yakın oturun. Cahiliye ehlinin yaptığı gibi dağınık oturmayın."
Yollara ve insanların geçtiği yerlere oturmak caiz değildir.
Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün:  "Sakın yollara oturmayın!" buyurmuştu. "Ya Resulullah dediler, oturmadan edemeyiz, oralarda oturup konuşuyoruz." "Mutlaka oturacaksanız, bari yola hakkını verin!" buyurdu. Bunun üzerine: "Ey Allah'ın Resülü, onun hakkı nedir?" diye sordular. "Gözlerinizi kısmak, gelip geçeni rahatsız etmemek, selama mukabele etmek, emr- bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker yapmaktır!" dedi.
Sohbet meclislerinde münakaşalardan uzak durmak gerekir. Eğer münakaşa mevzusu imani ise bu bütün bütün caiz değildir.

Bediüzzaman Hazretleri sohbet meclislerinde münakaşa mevzusu hakkında şunları söylemiştir: “Münakaşa etmenin birinci şartı, insafla, hakkı bulmak niyetiyle, inatsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû-i telâkkiye sebep olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zahir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zahir olsa, fazla bir şey öğrenmedi; belki gurura düşmek ihtimali var.”

Fenn-i âdâb ve ilm-i münazaranın uleması mâbeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu "Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır."

Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir.

Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulur.

Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip taraftar çıkar, memnun olur.

Ebu Ümame (r.a) anlatıyor: Resulullah (a.s.v) buyurdular ki: "Ben, haklı bile olsa münakaşayı terkeden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terkedene de cennetin ortasında bir köşkü, ahlakı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum."
Bir mecliste, oturan bir ferdi yerinden kaldırıp, onun yerine oturmak hoş değildir.
Nitekim bu konuda Peygamberimiz(s.a.v) "Sizden kimse, bir başkasını yerinden kaldırıp, sonra da oraya oturmasın. Ancak halkayı genişletin, yer açın, Allah da size genişlik versin.'' buyurmuşlardır.
 
Bir toplulukta iki kişinin arasına, onların izni olmadan oturulmadığı gibi, iki kişi konuşurken de araya girilmez.

Hz. Amr İbni Şuayb (r.a.) Peygamber Efendimizin (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "İki adamın arasına izinsiz oturmak caiz olmaz."

Hz. İbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu naklediyor: "İki kişi gizli konuşurlarken aralarına girmeyin."
Bir sohbet meclisine âlim olsun, cahil olsun bir kimse geldiğinde ayağa kalkmayı peygamber efendimiz(s.a.v) yasaklamış, bunun yanında meclislerde yalnızca üç kişiye yer açılabileceğini beyan etmişlerdir.

Hz. Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayetine göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Mecliste kime yer açılacağını şu şekilde beyan buyurmuştur: "Meclislerde yalnız üç kişiye yer açılır: Yaşlıya, yaşından dolayı. İlim sahibine, ilminden dolayı. Âdil sultana, sultanlığından dolayı."

Hz. Enes (r.a) anlatıyor: "Ashab'a Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan daha sevgili kimse yoktu. Buna rağmen Aleyhissalâtu vesselam'ı gördükleri zaman ayağa kalkmazlardı, çünkü O'nun bundan hoşlanmadığını biliyorlardı."
Bir toplulukta ayak ayak üzerine atarak oturmak iyi değildir. Bu gurur ve kibir alâmetidir. Aynı şekilde cemaati rahatsız edecek başka oturuş şekillerinden de kaçınmak gerekir.

Amr İbnu 'ş-Şerid, babasından (radıyallahu anh) anlatıyor: Ben oturduğum sırada, Resulullah (aleyhissalatu vesselâm) bana uğradı. O sırada sol elimi sırtımın gerisine koymuş, sağ elimin kabası üzerine dayanmıştım. Bana: "Gadaba uğramışların oturuşuyla mı oturuyorsun?'' dediler.
Bir cemaat içinde iki kişinin fısıldayarak konuşması veya karşılıklı olarak işaret ve el hareketleriyle konuşmaları, sünnete uygun düşmeyen bir davranıştır.

İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Üç kişi beraberken, ikisi aralarında hususi konuşmasınlar, bu, öbürünü üzer."
Bir kimse sohbet meclisinden ihtiyacı için çıkar, sonra geri dönerse, önceki yerine oturmaya herkesten ziyade hak sahibidir.

Vehb İbnu Huzeyfe (r.a) anlatıyor: Resulullah (a.s.v) buyurdular ki: "Bir kimse ihtiyacı için çıkar, sonra geri dönerse, önceki yerine oturmaya herkesten ziyade öncelikli hak sahibidir.''
Sohbet meclislerinde bir araya gelindiğinde, meclis dağılmadan önce, Kur’andan bir aşir okumayı, özelliklede Asr suresinin okunmasını Peygamberimiz (s.a.v) tavsiye etmişlerdir.
İmam Şa­fii (r.a.) şöy­le de­miş­tir: “Kur’ân’­dan baş­ka hiç­bir sû­re na­zil ol­ma­say­dı şu pek kı­sa sû­re bi­le, in­san­la­rın dün­ya ve âhi­ret mut­lu­luk­la­rı­nı te’mi­ne ye­ter­di. Bu sû­re Kur’ân’ın bü­tün öğ­ret­tik­le­ri­ni ku­cak­lı­yor.”

Onun için­dir ki As­hab­dan iki ki­şi bir­bi­ri­ne ka­vu­şun­ca, bi­ri di­ğe­ri­ne Asr sû­re­si­ni oku­ma­dan, son­ra da se­lam ver­me­den ay­rıl­maz­lar­dı. Sahabeler, Asr suresini okuyarak, zamanın gidişini ve ömürlerinin geçişini anlayıp düşünerek birbirlerine Hakkı ve sabrı tavsiye etmişler ve Hak Teâlâ'ya tam iman ile güzel ameller için başarı dilemişlerdir.
Herhangi bir beraberlikten sonra, taraflar vedalaşıp ayrıldıklarında, karşılıklı olarak birbirlerine dua etmeleri, sünnetin talimi gereğidir.

Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem yolculuğa çıkacak biriyle vedâlaşırken onun elini tutar, o adam elini çekmedikçe Hz. Peygamber de (s.a.v) çekmez ve ona şöyle dua ederdi: "Dinini koruman, emanetlerini ifa etmen ve amellerini hayırla sonuçlandırman için seni Allah´a emanet ediyorum."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder