Sünnet-i Seniyyeye ittibâı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir. | Bediüzzaman Said NURSİ

Misafirlik ve Davet Adabı


Bediüzzaman Hazretleri, “Mü’minin şe’ni Kerim olmaktır. Senin ikramınla sana musahhar olur.” Veciz Sözüyle bu konunun içtimai hayatta ne kadar önemli bir yere sahip olduğuna işaret etmiştir.

Hz. İbrahim Aleyhisselâm'ın misafirperverliği meşhurdur. "Allah'ın dostu" manasında “Halilullah” diye yâd edilen Hz. İbrahim (a.s.) misafir olmadan sofraya oturmaz, yola çıkar misafir gözetlerdi.

Peygamber Efendimiz (a.s.m) ve sahabelerinin misafirperverlikleri, ikramları hepimize örnek olmalıdır. Onlar bir avuç hurmayı, bir parça ekmeği, bir parça eti birbirleriyle paylaşır, birbirlerine ikram ederlerdi.

Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hâsıl eder."

İbn Abbas (r.a.) der ki: Peygamber (s.a.v.): "Kim namazı dosdoğru kılar, zekâtını verir, Ramazan orucunu tutar, misafiri ağırlarsa, cennete girer" buyurdu.
Hz. Âişe (r.a.) Peygamber'in (s.a.v.): "Melekler, sofranız kurulu oldukça size dua eder" buyurduğunu rivayet etmiştir.

İbn Abbas (r.a.) derki, Resûlullah (s.a.v.): "İçinde misafire yemek yedirilen evdeki hayır ve bereket, devenin hörgücüne dayanmış bıçağın tesirinden daha çabuk çoğalır" buyurdu.

Hz. Enes (r.a.) naklediyor: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Bir kimse Müslümanlardan dört kişiyi misafir etse ve onlara yemelerinde, içmelerinde, giymelerinde kendi ehline yaptığı ikramı yapsa, bir köle azad etmiş gibi olur."

Cabir b. Abdullah'ın (r.a.) naklettiği hadis-i şerifin bir bölümü şöyledir. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın İbrahim Peygamberi (a.s.m.) halil ittihaz etmesinin sebebi, yemek yedirmesi, açıktan selâm vermesi, insanlar uykuda iken gece namazı kılmasıydı."

Hz. Ali (r.a.) yemek yedirme hususunda şöyle demektedir: "Bir arkadaşımı bir sabah yemeğe çağırmak, benim için pazara çıkıp bir köle satın almak ve o köleyi Allah yolunda azad etmekten daha sevimlidir."
Peygamberimiz (s.a.v), misafire ikramda bulunan bir ev halkına hayır ve bereketin çok hızlı bir şekilde ulaştığını bildirmiş, İmkânı bulunduğu halde misafir ağırlamayı sakınanları ise: “Misafir ağırlamak istemeyen kimsede hayır yoktur.” meâlindeki hadisleriyle uyarmıştır.

Peygamber Efendimiz(s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Misafir Rızkı ile birlikte gelir. Giderken de Ev sahibinin bağışlanmasına vesile olur.”
Ev sahibi misafirinin karşısına hoş bir görüntü ile çıkmalı ve misafirini güler yüzle karşılamalıdır.

Misafir hanesinde bulunduğu müddetçe onu hoşnut etmek için iç açıcı sözler söylemeli, şahsî problemlerini açarak misafirin canını sıkmamalıdır.
Misafiri bir müddet yalnız bırakmalıdır. Misafir bir müddet dinlendikten, gerekli ihtiyaçlarını giderdikten sonra yemeği getirmelidir.
Ev sahibi misafir ağırlarken aşırı külfete girmemelidir. En güzeli, hiç zorlanmadan elindeki ve evindeki imkânları kullanmak, ilâve bir külfete girmemektir. Bu hususta sahabelerin tatbikatı örnek alınmalıdır.

Hz. Enes b. Malik (r.a.) bir ara hasta iken birkaç kişi ona uğramıştı. Hz. Enes cariyesine şöyle dedi: "Bak evde ne varsa arkadaşlara bir yemek hazırla. Ekmek parçaları bile olsa.”
Yemekte misafirlerle ilgilenmeli, onlarla sohbet etmeli, yemek yemesi için teşvik edilmelidir.
Ama devamlı surette, "ye! ye!" demek can sıkar. Misafiri rahat ettirmek, rahatça, çekinmeden gönül huzuru ile yemek yemesini sağlamak, ev sahibinin görevidir.
Ev sahibi, misafire hizmet etmeli, yolcu edeceği zaman da onu kapıya kadar geçirmelidir.
Ebû Hüreyre'den (r. a.) rivayet edildiğine göre Resûlullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: "Bir kimsenin, misafirini evin kapısına kadar çıkıp uğurlaması Sünnettendir."
"Davetsiz misafir" olmaktan sakınmak lazımdır. Bir yere gidileceği zaman, önceden randevu alınmalıdır.

Randevu aldıktan sonra veya davet edildiğinde, davete tam vaktinde gitmelidir. Çok önceden gitmek yahut çok geç kalmak doğru değildir. Ayrıca eve girmeden önce mutlaka izin istemelidir.

Bu hususta Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere, sahipleriyle tanışıklık peyda etmeden ve selâm da vermeden girmeyin. Umulur ki, iyice düşünür (hikmetini hisseder)siniz. Eğer orada bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Şayet size geri dönün derlerse hemen dönüp gidiniz. Bu sizin için daha temiz bir davranıştır. Allah, ne yaparsanız hakkıyla bilendir. Meskûn olmayıp umumun menfaatine açık binalara girmenizde ise size bir günah yoktur. Açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de Allah hakkıyla bilir." (Nur suresi/27–29)

Hz. Cündüp (r.a.) Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Sizden biriniz üç defa izin istediğinde, kendisine izin verilmezse geri dönsün."
Bir başkasının evine gidildiğinde, kapıyı çalınca en çok karşılaşılan soru, "Kim o?" dur. Bu soruya cevap verirken, kapıyı kim çalıyorsa, "Ben!" demek yerine, kendi ismini söylemesi gerekir.

Cabir (r. a.) şöyle anlatmaktadır: Hz. Peygamber'e (s.a.v.) geldim ve kapıyı çaldım. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) "Kim o?" diye sordu. Ben de: "Benim." dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.) ise: "Ben, ben?" buyurdu. Sanki bu sözü (yani "ben" diye cevap vermeyi) çirkin bulmuştu."
Misafirliğe gidilen evin ilk önce kapısı çalınır. Daha sonra kenara çekilip, kapı açıldığında evin içinin görülemeyeceği tarafta durup beklenir ve doğrudan kapıya bakılmaz. İçeri girmek için ise evvelâ ev sahibine selâm verilmeli, sonra izin isteyip içeri girilmelidir.

Abdullah bin Bişr (r.a.) rivayet ediyor: "Resûlullah (a.s.m.) birisinin kapısına vardığı zaman, doğrudan kapıya bakarak durmaz; kapının sağ veya sol tarafında beklerdi."
Misafirliğe giden kişi, ev sahibinin kendisine gösterdiği yere oturmalıdır. Zira ev sahibi mahremiyeti sağlamak için neresinin daha uygun olduğunu bilen kişidir.

Misafir, ev içinde gösterilmeyen yerlere bakmamalı, "Şu odayı da göreyim", "Mutfağı da göreyim" gibi taleplerde bulunmamalıdır. Misafirlikte tecessüs, yani araştırma, gözünü odanın içerisinde dolaştırarak her yeri inceleme, gözünü kapıya çevirme doğru davranışlar değildir.
Davet edilen kişi veya kişiler, yanlarına ilâve olarak bir kişiyi veya birkaç kişiyi de alacaklarsa; bunu ev sahibine bildirmeleri gerekir.

Kapının önüne gelinmiş olsa bile bu durum bildirilmeli ve izin istenmelidir. Şayet izin verilmezse dönülüp gidilmelidir. Bu şekilde hareket etmekte sünnettir. Böyle bir durum karşısında asla kırılıp gücenilmemelidir. Zira ev sahibi ona göre hazırlık yapmıştır. "O hazırlananlar, gelenlere de yeter! Ne var bunda" denilerek, yeni arkadaşlar bulunup davet edilen yere götürülmemelidir. Ev sahibini mahcup duruma düşürmek doğru değildir.
Davette getirilen yemeği beğenmemezlik ve yapılan ikramları red etmek doğru bir davranış değildir.

Hz. Cabir (r.a.) Peygamber Efendimizin (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Adama şer cihetinden, misafir gittiği yerde önüne konulanı beğenmemesi kâfidir."

İbni Ömer'in (r.a.) rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç şey vardır ki, bunlar ikram olunduğunda reddolunmazlar; dayanacak yastık, güzel koku ve süt."
Davet etmek, sünnet olduğu gibi, davete icabet etmekte sünnettir.

Hatta bazı hallerde -Düğün yemeği gibi- vaciptir. Bu bakımdan meşru mazeretler haricinde davete icabet etmek gerektir.

Şayet meşru bir mazeret varsa, o takdirde gelemeyeceğini önceden bildirip, hem davet edildiği için teşekkür edilmeli, hem de gidemeyeceğinden dolayı özür dilenmelidir.

Hz. Ebû Hüreyre (r.a) naklediyor: "En fena yemek, kendisine zenginlerin çağırılıp, fakirlerin çağırılmadığı düğün yemeğidir. Kim ki davete icabet etmezse Allah ve Peygambere asi olmuş olur."

Hz. İbni Mes'ud (r.a.) naklediyor: "Davete icabet edin. Hediyeyi red etmeyin ve Müslümanları dövmeyin."
Misafirlik müddeti üç gündür. Yakın akraba iseler, duruma bakmak lâzım, şayet ev sahibi sıkıntıya düşecekse, zorlanacaksa, o vakit izin alıp gitmek gerektir.

Muamelatta; evi şereflendiren misafiri bir gün bir gece özenle ağırlamak, imkânlar ölçüsünde onu memnun etmek, ikinci ve üçüncü günlerde ise sair zamanlarda ne yenip içiliyorsa, misafire onun aynısını ikram etmek, ayrıca ağırlama telâşına düşmemektir.

Misafir üç günden sonra kalmaya devam ediyorsa, o artık misafir sayılmayacak, yiyip içtiği şeyleri Allah Teâlâ ev sahibinin sadakası olarak kabul edecektir.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa misafirine hediyesini ikram etsin. Orada bulunanlar: “Hediyesi nedir? Ey Allah'ın Resulü!” diye sordular. Resûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi: "Onun bir günü ve gecesidir. Misafirlik üç gündür. Bundan sonrası sadakadır."

Müslim'deki rivayet ise şöyledir: "Bir kimsenin, kardeşinin yanında, onu günaha düşürecek kadar kalması helâl değildir."  Oradakiler: “Onu günaha düşürmek nasıl olur?” diye sordular. Buyurdu ki: “Misafire ikram edecek bir şeyi olmadığı halde, onun yanında kalmasıdır.”
Yemeğe davet edilmişsek, yemeğin sonunda ev sahibine hem teşekkür etmeli, hem dua etmeliyiz. Zira Bir hadis-i şerifte yolcunun (misafirin) duası, kabul edilmesi kesin olan dualar arasında zikredilmektedir.

Cabir bin Abdullah'ın (r.a.) naklettiği şu hadis-i şerife bakalım: Ebû Heysem bin Teyhan, Resûlullah (a.s.m.) için bir ziyafet hazırlamıştı. Resûlullah'ı (a.s.m.) ve Sahabelerini davet etti. Yemekten ayrılırken Resûlullah (a.s.m.) Ashabına, 'Kardeşinizin yemeğine karşılık verin.' buyurdu. Sahabeler, 'Bu yemeğin, karşılığı nedir?' diye sordu. Resûlullah (a.s.m.), 'Bir kimsenin evine girilir, yemeği yenilir, içeceği içilir ve ayrılıp giderken ona dua edilirse, işte bu dua yemeğin karşılığı olur' buyurdu.

Üsâme İbnu Zeyd (radıyalahu anhümâ) anlatıyor: Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim, kendisine yapılan bir iyliğe karşı, bunu yapana: "Cezâkellâhu hayran (Allah sana hayırlı mükâfaat versin!)" derse teşekkürü en mükemmel şekilde yapmış olur."

Hz.Câbir (radıyalahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Kim bir ihsana mazhar olursa, bulduğu takdirde karşılığını hemen versin, bulamazsa, verene senada bulunsun. Zira onu övmekle, teşekkürünü yerine getirmiş olur. Ketmeden (karşılık vermeyen) nankörlük etmiş olur" dedi.

Ebu Saîd (radıyalahu anh)'den gelen bir rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "İnsanlara teşekkürde bulunmayan, Allah'a da hakiki olarak şükretmez."
Misafirlikte mahremiyet sınırı gereği, Kadın ve erkek davetlilerin ayrı ayrı oturmaları ve zaruret olmadan birbirlerini görmemeleri en emin yoldur.

Ancak kötü duygulara kapılmaktan emin olunduğu zaman, kadının tesettüre riayet ettiği ve tahrik edici davranışların bulunmadığı zamanlarda ve fitneden emin olmak şartıyla bir kadın, kocasının misafirlerine hizmet edebileceğinin caiziyeti söz konusu olur.

Bu hususta Bediüzzaman'ın "Bir meclis-i ihvana (dost meclisine) güzel karı girdikçe riya ile rekabet, haset ile hodgâmlık debretir damarları" şeklindeki tespiti ne kadar manidardır.

Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurulur: "Allah hem hain gözlerin (tecessüslerini) hem de (fasit) gönüllerin gizlediği temayülleri bilir"

İslâm dininde cuma namazına ve camide cemaatla kılınan namaza son derece önem verildiği halde, erkek ve kadın ihtilâtını önlemek için, Resulullah (s.a.v) kadınları bu namazlardan muaf tutmuş ve onlar için evde namaz kılmanın camide kılmaktan daha faziletli olduğunu "Kadınların en hayırlı mescidleri, evlerinin köşesidir" hadisiyle bildirmiştir.
     
İşte bu gibi Hadisler, birbirine yabancı erkek ve kadınlardan oluşan meclislerin, sohbetlerin, beraber oturup haşir neşir olmanın, İslam'ın ruhu ve karakteriyle bağdaşmadığını göstermektedir. Erkek ve kadınların ibadet yerlerinde dahi birbirine karışmasına müsaade etmeyen bir dinin, onları düğünlerde, başka meclis ve sohbet mahallerinde, gelişigüzel beraber olmalarına, birbiriyle içli dışlı olup ülfet peyda etmelerine müsaade etmesi düşünülemez.
Erkeğin yakın akrabalarının, kadınla bir işleri olduğunda veya kocası evde bulunmadığı zaman eve uğradıklarında, ihtiyaçlarını kapı dışından görmeleri gerekir.

Evde, hayra şerre aklı eren üçüncü bir kimse yoksa içeri girmelerine cevaz verilmez. Bu durumda dahi kadının tesettüre tam manâsıyla riayet etmesi gerekir.

Hz. Peygamber (s.a.v) "Sakın (yabancı) kadınların yanına girmeyin" buyurdular. Ensardan bir adam Ya Resulullah! Kocanın akrabaları hakkında ne dersiniz? Diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.v): "Kocanın akrabaları ölümdür (yani onlar daha da tehlikelidir)" buyurdular.
Nasıl bir zât, ziyafete misafirleri davet eder. Onlara, meclis ziyafetindeki eşyadan ve ziyafetten istifadeyi ibâha ediyor, temlik etmiyor.

İbaha ve ziyafetin kaidesi ise; mihmandarın rızası dâhilinde tasarruf etmektir. Öyle ise israf edemez, başkasına ikrâm edemez, sofradan kaldırıp başkasına sadaka veremez, dökemez, zâyi’ edemez. Eğer temlik olsa idi, yapabilirdi ve kendi arzusuyla hareket edebilirdi.

Evet, bir misafir, ev sahibinin iznine ve rızasına muvafık olmayacak derecede, yemeklerde ve sair şeylerde israf edemez.

2 yorum: