Sünnet-i Seniyyeye ittibâı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir. | Bediüzzaman Said NURSİ

Namazda Adab


"Namazı dos doğru kılarlar." Bakara Sûresi, 2:3.

“Bedenî ibadet ve taatlerden namazın tahsisi, namazın bütün hasenata fihrist ve örnek olduğuna işarettir.

Evet, nasıl ki Fâtiha Kur'ân'a, insan kâinata fihristedir; namaz da hasenata fihristedir. Çünkü namaz; savm, hac, zekât ve sair hakikatleri hâvi olduğu gibi, idrakli ve idraksiz mahlûkatın ihtiyarî ve fıtrî ibadetlerinin nümunelerine de şâmildir.

Meselâ secdede, rükûda, kıyamda olan melâikenin ibadetlerini, hem taş, ağaç ve hayvanların o ibadetlere benzeyen durumlarını andıran bir ibadettir.

Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nispet ve ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezb etmek namazın şe'nindendir.

Namazın erkânı, Fütuhat-ı Mekkiye'nin şerh ettiği gibi, öyle esrarı hâvidir ki, her vicdanın muhabbetini celb etmek, namazın şe'nindendir.

Namaz, Hâlık-ı Zülcelâl tarafından her yirmi dört saat zarfında tayin edilen vakitlerde manevî huzuruna yapılan bir dâvettir. Bu dâvetin şe'nindendir ki, her kalb, kemâl-i şevk ve iştiyakla icabet etsin ve mi'raçvâri olan o yüksek münâcâta mazhar olsun.

Namaz, kalblerde azamet-i İlâhiyeyi tesbit ve idame ve akılları ona tevcih ettirmekle adalet-i İlâhiyenin kanununa itaat ve nizam-ı Rabbânîye imtisal ettirmek için yegâne İlâhî bir vesiledir. Zaten insan, medenî olduğu cihetle, şahsî ve içtimaî hayatını kurtarmak için, o kanun-u İlâhîye muhtaçtır.

O vesileye müraat etmeyen veya tembellikle namazı terk eden veyahut kıymetini bilmeyen, ne kadar cahil, ne derece hâsir, ne kadar zararlı olduğunu bilâhare anlar, ama iş işten geçer.”
İşaret-ül İ’caz, Bediüzzaman Said NURSİ
Namazda bol elbise giyilmelidir.

Namazın şartlarından birisi de setr-i avrettir. Setr-i avretin tam olarak sağlanabilmesi için elbisenin şeffaf olmaması ve vücud hatlarını belli etmemesi gerekir.
Üste giyilmiş elbiseyi önü açık bulundurmamak, varsa düğmelerini iliklemek.

Günlük hayatta insanlar arasına çıkılamayacak türden elbiselerle, namaza durulmamalıdır.
Namaz kılarken huşu içinde kişinin en üst derecede lezzet alabilmesi için; kıyamda, secde yerine; rükû`da ayakların üzerine; secdede burnun ucuna; oturuşlarda ellerine ve selâm verirken de sağ ve sol omuz başlarına bakılmalıdır.
Namazda iken öksürük ve geğirme gibi davranışları mümkün mertebe gidermeye çalışmalıdır.
Namazda esnerken ağzını tutmak âdâbdandır. Ağzını tutmak, dişleri dudakları arasında sıkmakla olur. Bu şekilde esnemeyi engellemek mümkün değilse kıyamda sağ elin tersini, sair rükünlerde de sol elini ağzına kor. Esnemeyi gizlemeğe çalışır.

Hadîs-i şerîfte: "Cenâb-ı Hak aksırmayı sever, esnemeyi ise kerih görür. Esneyen kimse elinden geldiğince ona mâni olmaya çalışsın, hah hah diye ses çıkarmasın, Elini ağzına koysun" buyurulmuştur.
Namazda, bedeni ve elbisesiyle oynamak, (etek toplamak, eşarp düzeltmek, pantolonu çekmek) namaza dururken ve namaz içinde parmakları çıtlatmak mekruhtur.
Baş açık Namaz kılmak mekruhtur. Takke takıp, Sarık sararak Namaz kılmak fazileti bol sünnetlerdendir.

Hz. Rükâne (r.a.) Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Takke üzerine sarık sarmak, müşriklerle aramızdaki farktır. Onu saran kimseye, her dolaması için, bir nur ihsan olur."

Başka bir hadislerinde Resûlullah (s.a.v): "Sarık sarın da hilminiz (vakarınız) ziyadeleşsin!" buyurdular.

Hz. Peygamber (s.a.v) Abdurrahman bin Avf in (başına) sarığını sardı ve arka tarafından dört parmak miktarında sarkıtıverdi ve: "İşte sarığını böylece sar. Çünkü böyle yapmak, daha açık ve daha güzeldir."

Allah'ın Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Sarıkla kılınan iki rekât namaz, sarıksız olarak kılınan yetmiş rekâttan daha hayırlıdır"

İbni Asakir’in bildirdiği hadis-i şerifte, “Resulullah (s.a.v) sarığın altına ve sarık sarmadan da takke giyerdi.” buyurulmaktadır.
Namaza dururken ön safa durmalı, yaşlılar var diye geride durmamalıdır. Birinci safa sıkışma imkânı varken, ikinci safta durmak mekruhtur.

Hz.Peygamber(s.a.v) buyurdular ki: “En hayırlı saf ilk saftır. İlk safın fazileti bilinseydi, oraya geçmek için kur’a çekilirdi. Allah ve melekler ilk safta namaz kılanlara, salât ve selam eder.”
Namazda Huşu, aslı kalp'te, tezahürü beden de olmak üzere ikisini de içinde bulundurur.

Kalbe ait tarafı, Rabbin azamet ve celâli karşısında kendi küçüklüğünü göstererek nefsi, Hakk'ın emrine baş eğdirip söz dinlettirecek ve Allahtan başka bir şeye yönelmeyecek şekilde kalbin son derece bir saygı hissi duymasıdır.

Dış görünüşle ilgili yönü de, vücut urganlarında bu duygunun belirlenmesiyle bîr sakinlik ve sükûnet meydana gelmesi, gözlerinin önüne, secde yerine bakıp, sağa sola, şuna buna iltifat etmemesidir.

Bundan dolayı, "huşû"un aslı namazın şartlarından olan niyetin samimiliği ile; tezahürleri de namazın adâb ve diğer tamamlayıcıları İle ilgilidir.

Hasen'den ve İbnü Sîrin'den rivayet olunduğuna göre Resulullah(s.a.v) ve ashabı namazda gözlerini gökyüzüne kaldırırlardı, bu âyetin inmesi üzerine önlerine eğdiler ve ihtisar'ı terk eltiler.

Allah Teâlâ Mu’minun suresinde, Namazlarını huşu ile kılanları müjdelemiş, mealen şöyle buyurmuştur: “Mü’minlerin kurtuluşa ermiş olanları, Namazlarında huşu içerisinde olanlarıdır.”

Buhari ve Müslim'de Hz. Aişe (r.anha) den rivayet olunur ki: Resulullah'a namazda iltifat (yüzünü çevirip bakma) hakkında sordum, buyurdu ki: "O bir çalmadır ki, şeytan onu kulun namazından çalar, kaçar."

Ümmü Ruman (r.anha) demiştir ki; Namazımda sallanıyordum. Ebû Bekir (r.a) gördü, beni öyle bir azarladı ki, az daha namazdan çıkacaktım. Sonra da dedi ki: Resulullah'ı dinledim, şöyle buyuruyordu: “Herhangi biriniz namaza durduğunda her tarafı sakin olsun, yahudiler gibi sallanmasın. Zira namazda azaların sükûneti namazın tamamındandır.”

Bayram Yüksel ağabey hatıratında mevzu ile ilgili olarak Bediüzzaman hazretlerinden şu hatırayı nakletmiştir: “Üstadımız namazı çok huşu içinde kılardı. Sureleri okurken tane tane okurdu. Namaza dururken tam huzura vardığında, niyet ederken, “Allah u Ekber” dediği zaman bizler arkasında korkardık. Mübalağa olmasın, ahşap bina sarsılırdı.” 
Büyük camilerde ayaklar ile secde yeri arasından; küçük camilerde ise ayaklar ile kıble duvarı arasından geçen günaha girer.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyurdular ki; “Namaz kılanın önünden geçmenin günahını bilen, geçmeyip yüz yıl durmayı tercih eder.”

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm namaz kılarken, hırçın bir çocuk, namazını kat'edip geçtiğinden, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm demiş. Ondan sonra çocuk daha yürümemiş öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş.
Namaz kılarken giyilen elbiselerin temiz olmasına azami riayet etmek, namazın selameti açısından önem arz etmektedir. Ayrıca necasetten taharetin de tam olarak gerçekleşmesine yardımcı olacaktır.

Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Hulusi ağabey bu hususta şu hatırayı nakleder: “Hz. Üstad temizliğe çok dikkat ederdi. Her zaman, bilhassa Barla da iken üst üste iki çorap giyerdi. Namaza duracağı esnada üstteki çorabı çıkarır öyle namaza dururdu.”
Uyuklayarak namaz kılmak, namazın mekruhlarından sayılmıştır. Zira İnsan bu durumdayken kıraati doğru yapıp yapmadığından emin olamaz.

Hz.Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Biriniz namaz kılarken uyuklarsa, uykusu dağılıncaya kadar yatsın. Zira uyuklayarak namaz kılarsa; istiğfar edeyim derken belki kendine söver.”
Yemek zamanı namaz kılmak ve tuvalet ihtiyacı olduğu halde namaz kılmak mekruhtur. Çünkü bu durumdayken namaz hakkıyla eda edilemez.

Peygamber Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Yemek hazırken veya büyük ya da küçük abdest sıkıştırır vaziyetteyken namaz olmaz.”

Peygamber efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Birinizin önüne akşam yemeği getirildiğinde, namaz için kamet geti­rilmiş olsa da önce yemeğini yesin, acele etmesin. Yemeğini bitirdik­ten sonra kalkıp namazını kılsın.
Namazdan hemen önce ağzı Misvaklamak, fazileti bol bir sünnettir.

Peygamber Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Misvakla kılınan iki rekat Namaz, Misvaksız kılınan yetmiş rekat namazdan hayırlıdır.”
Namaz kılarken safları sık ve düzgün tutmak gerekir.

Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Saflarınızı doğru tutun ki, kalplerinize nifak girmesin.”
           
Başka bir hadislerinde ise Efendimiz(s.a.v) şu açıklamayı yapmıştır: “Saflarınızı gayet sık ve düzgün yapınız, boyunlarınızı birbirine yakın ediniz, saflar arasında bulunan açık yerlerde şeytanı siyah koyun gibi gezerken gördüm.”
Namazın Vaktin Evvelinde Kılınması

Peygamber efendimiz (s.a.v), Allah’ı en çok razı eden amelin vaktin evvelinde kılınan namaz olduğunu müteaddit hadislerinde ifade etmişlerdir.
Namaz vakti nerede girerse hemen kıl. Çünkü fazilet vaktin evvelindedir.”
Namazın ilk vakti Allah’ın rahmetine vesile olur, son vakti ise Allah’ın afvına vabestedir.

Sünneti seniyyeyi en ince teferruatına kadar müraat edip bilfiil yaşayan Bediüzzaman Hazretleri, Namazın vaktin evvelinde kılınmasına azami ehemmiyet verirdi. Kırlarda olsun, yolculukta olsun, namazını vaktin evvelinde kılardı. Bu mevzuda şöyle buyuruyor:
   
“Namazı vaktinde kılmanın ne derece tükenmez uhrevi bir sermaye olduğu anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde âlem-i İslam denilen muazzam camide yüz milyondan fazla cemaat-i Kübra namaz kılıyor. O cemaate dua ediyor. Bizi doğru yola hidayet eyle diyor. Her biri umum cemaate hem şefaatçi, hem duacı oluyor.

O vakit namaza iştirak etmeyen hissesini alamaz. Kaynayan mîrî ve askeri kazanına karavanasını götürmeyen, tayinatını alamadığı gibi, Belki cemaat-i kübranın manevi matbahında kaynayan erzakını alamaz. Belki namaza iştirak ile o cemaatin ordusuna iştirak etmiş olmakla ve dualarına âmin demek olan namazı vaktinde kılmakla olabilir.”

Talebeleri Bediüzzaman’ı Anlatıyor…

Abdurrahman Akgül ağabey, mevzu ile ilgili hatırasını şöyle anlatır: Son mahkeme sırasında, akşam namazının vakti girdi. Bediüzzaman ayağa kalkarak “Ben namaz kılacağım” dedi. Hâkim : “Kaza edersin” diye cevap verdi. O da “kaza olmaz, ben namaz kılacağım” diye ısrar etti ve yürüdü. Sonra savcı bana işaret etti. Ben koluna girdim, kalem de namazını kıldı.                            
Bayram Yüksel ağabey de bu konudaki hatırasını şöyle anlatır: Üstad namaz vaktine çok dikkat ederdi. Namazı vaktinde kılardı. Mesela: Isparta’dan çıktığımızda Emirdağı’na beş dakika sonra varacak olsak bile Üstadımız kış, fırtına bile olsa beklemez, hemen namazını vaktinde kılardı.
Namazın Cemaatle Kılınması

Âlem-i İslâmiyetin en acip harbi olan Bedir Harbinde, namaz vaktinde cemaatten hissesiz kalmamak için, düşmanın hücumuyla beraber mücahidlerin yarısı silâhını bırakıp cemaat hayrına şerik olmak, iki rek'at sonra onlar da hissedar olsun diye Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm bir hadis-i şerifiyle emretmiş olmasıdır.

Madem harpte bu ruhsat var. Ve madem cemaat hayrı da sünnet olduğu halde, o sünnete riayet etmek en büyük bir hadise-i dünyeviyeye tercih edilmiş. Üstad-ı mutlakın böyle bir işaretinden bir nüktecik alarak, biz de ruh ve canımızla ittibâ ediyoruz.
Cemaatle Namaz kılmak, kıyamet gününde Allahın gazabının dinmesine sebep olacak ehemmiyetli bir sünnettir.

Nitekim bir Hadis-i Kudsi de şöyle buyurulmuştur: “Kıyamet gününde kullarıma azap etmek istediğimde, Cemaatle Namaz kılanlar, Kuran okuyanlar, İslam içinde bulunup birbirine sevgi besleyenler, seher vaktinde tövbe ve bağışlanma dileyenleri görünce gazabım diner.”

Resul-i Ekrem efendimiz (s.a.v), cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan namazdan 27 derece daha faziletli olduğunu ifade etmiştir.

Bir başka hadis-i şerifte ise “iki kişide olsa birlikte namaz kılmak yalnız başına kılmaktan efdaldir. Cemaat ne kadar çoğalırsa kılınan namaz Cenab-ı Hak yanında o kadar sevimli olur.” diye buyurmuşlardır.


Namazda Ta’dil-i Erkan
Tadil-i erkân, Namazda rükû, rükûdan sonra ayakta durma, secde ve iki secde arasındaki oturmanın hakkını vererek, her bir rüknünün sükûnet, vakar ve itminan içinde yerine getirilmesi, acelecilik ve çabukluk gösterilmemesi demektir.

Ta'dil-i erkân'a riayet'in ölçüsü, rüknler arasında Sübhânallah diyecek kadar durmaktan ibarettir. Buna göre, meselâ rükûdan doğrulduktan sonra dimdik ayakta durup, en az sübhânallah diyecek kadar beklemek ve daha sonra secdeye gitmek, secdeler arasında da en az sübhânallah diyecek kadar oturmak gerekmektedir.

Allah Teâlâ(c.c) Kur'an'da, Hz. Peygamber (s.a.v) de hadislerinde namazların gerektiği gibi kılınmasını özellikle belirtmiştir. Kur'an, namaz kılmayı ifade için "namaz kılmak" anlamına gelen "sallâ" fiili yerine "ekame" fiilini tercih etmiştir ki, bu kelime "hakkını vererek yapmak" anlamına gelmektedir.
İmam Mâlik, İmam Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, İmam Ebû Yûsuf gibi fukahanın çoğunluğu ta'dîl-i erkânın farz olduğu görüşündedirler. Riayet edilmemesi halinde namaz bâtıl olur ve ta'dîl-i erkâna riayet ederek yeniden kılmak gerekir.

Peygamber efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular: “İnsan namazını güzelce kılar, rükû ve secdelerini tam ve itidal üzerine yaparsa namaz ona şöyle der: “ Sen beni nasıl koruduysan Allah da seni korusun.” Şayet namazı kötü kılar rükû ve secdelerini eksik ve noksan yaparsa, bu sefer şöyle der: “Sen beni nasıl zayi ettiysen Allah’ta sana öyle yapsın.”
Peygamberimiz (s.a.v) diğer bir hadisinde de Ebu Hureyre‘nin rivayetine göre şöyle sormuştur: “Size namaz hırsızından haber vereyim mi?” “Ver ya Resulallah.”  “Namaz hırsızı, namazın rükûunu, sücudunu noksan yapan, hakkıyla yerine getirmeyen kimsedir.” buyurmuştur.

Ebû Hureyre (r.a)'ın rivâyetine göre bir gün Hz. Peygamber (s.a.s) mescide girdi. O arada bir adam daha mescide girdi ve namaz kıldı. Sonra Hz. Peygambere gelerek selâm verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Dön ve namazını kıl; çünkü sen namaz kılmadın" buyurdu.

Hz. Peygamber (s.a.s) namaz kılarken rükûyu tam yapmayan, secdeye de yatıp kalkan bir adamı görünce: "Şu adam bu hali üzere ölse Muhammed milleti dışında ölmüş olurdu" buyurdu.
Namaz Tesbihatı

Cenab-ı Hakka vâsıl olacak tarikler (yollar) pek çoktur.

Bütün hak tarikler Kur'ân'dan alınmıştır. Fakat tarikatlerin bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarikler içinde, Kur'ân'dan nebean eden "acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür" tarikidir.

Şu kısa tarikin evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkânla kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.

Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (a.s.m.) ve Velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür.

Nasıl ki, risalete inkılâp eden velâyet-i Ahmediye (a.s.m.) bütün velâyetlerin fevkindedir.
Öyle de, o velâyetin tarikatı ve o velâyet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir.
Demek, tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.
Mustafa Sungur ağabey Hatıratında Namaz Tesbihatıyla alakalı, Bediüzzaman Hazretlerinden şu hatırayı nakletmiştir: Afyon' da namazdan sonra namaz tesbihatına temasla;

"Tesbihatta, ´Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber' derken kalbi hüşyar bir mü'min o vakitte namaz kılan, ´tesbihat eden milyonlar mü'minler cemaatı arasına manen girer, onlarla beraber söyler. Hatta daha ileri gitse bütün zaman ve mekânlardaki mü'minlerle beraber olarak, ortada Resûl-i Ekrem (a.s.m.) sağında enbiyalar, solunda evliyalar ve bütün mü’minler beraber tesbihat edebilir´ demişti.

"Yine birgün, ´Ben namazdan çıkışta (Esselâmü aleykûm ve rahmetullah) dediğimde, sağımda enbiyaları, sol tarafımda evliyaları niyet ederek öyle selâm veriyorum´ demişlerdi.

"Evet Üstadımız defaatle, ´Benim hayatım intizamla geçmiştir´ derdi. Evet, Üstadımızın hayatı, hatta her 24 saat günlük hayatı intizamlı idi. Gece ibadeti, teheccüd namazı ve mutlaka seher vaktinde uyanık ve tesbihatta ve duada olması daimî idi. Gece evrad okuduktan sonraki dua zamanı çok ehemmiyetli idi. Herhalde o zamanda bir vakti vardı ki, külliyet kesbedip bütün zerrat-ı kâinat namına tesbih ve tahmid ederdi. Gündüz de; yemeği, risale tashihi ve ziyaretçilerle sohbeti vardı ki, hep intizamlı idi.
Hulusi ağabey, Barla Lahikasında ki bir mektubunda Üstad Bediüzzaman Hazretlerinden şu çok önemli tavsiyeleri nakletmiştir:

Ümit ve iman gibi pek âli sermayemiz var. Hoca efendi hazretlerinin âli tavsiyeleri: “Beş vakit namazını tâdil-i erkânla kıl. Yani, başka ibadete gücün yetmez. Namazın nihayetindeki tesbihleri yap. Yani, başka zikri yapamadım diye teessüf etme. Yedi kebâiri terk et. Çünkü sagairi arayacak zamanda değiliz. İttibâ-ı sünnet et. Zira bu zamanda arkasında gidilecek ve harekâtı taklide değer, saf, hâlis ve muhlis bir hâdi-ki, o da seni yine bu yola götürecektir-maalesef bulamayacaksın. Belki bu yola çıkaracaklar vardır; fakat kömürle elması kim fark edecek? Öyleyse, sen çalış, ondan daha iyi kılavuz bulamazsın.”
Tesbihat, namazın tohumu hükmündedir.

Molla Hamid ağabey hatıratında Bediüzzaman Hazretlerinden şu hatırayı nakletmiştir: Hazretin Arkasında kıldığım namazlardan çok zevk alırdım. Namaza duruşu bir mehabet ve haşyet verirdi insana. Namazdan sonra tesbihat hakkında şu dersi vermişti bize: "Namazın sonunda tesbihat, namazın tohumu, çekirdekleri hükmündedir.'

"Hazin bir sada ile bizden çok ağır tesbihat yapardı. 'Sübhanallah' derken, çok içten ve yavaş bir şekilde duyardık sesini. Çok namaz kılan hocaları görmüşümdür. Fakat böyle hazin ve huşu içinde kılana rastlamadım. "Lailahe illallah' diye tesbihata başladığı zaman, eğer yanında bir tarikat ehli olsa cezbeye gelirdi. Sesi top güllesi gibi tok çıkıyordu."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder